Buca'nın giriş kapısıydı Şirinyer;adı Kızılçullu yada Levantenlerin deyimiyle Paradiso iken.Bağ ve bahçelerle bezeli bir vadi içine kuruluydu,Asım Öztürk'ün dizelerindeki gibi;
Şirinyer elini uzatmış
Tut der Buca'ya
Selviler,çam ağaçları
Kocaman bahçelere yayılıp
Kıpır kıpır
Gökyüzüne bakıyor
Eskimiş anılardan
Yeni düşler üretiyor..
Düşleri,yeşilin tonları çoğaltıyordu elbet;ama beldenin asıl rengi siyah-beyazdı."Dün"de saklıydı gerçek hazine.Eski çağ tarihçilerince,kenarında İos Adası'nın bir kızı olan Kriteis'in Homeros'u doğurduğu yazılan Meles Çayı,gürül gürül akan suyunu sermişti topraklarına.Hem üzerinde yükselen "Su Kemerleri"de eşlik ediyordu yüzlerce yıllık tarihe.Öyle ki;kente su akışını düzenlemek üzere M.Ö.133 ile M.S.395 yıllarını kapsayan Romalılar Dönemi'nde inşa edilen iki sıra halindeki bu kemerler,Bizanslılar,Selçuklular ve Osmanlılara tanıktı.Hem ismi bile anlatmaya yetiyordu herşeyi.Rivayete göre;Timur İzmir'i fethetmeye geldiğinde kırmızı çuldan çadırlar yaptırmıştı da beldeye bu ad konulmuştu.
Tarih doğayla elele büyür de,insanoğlu keşfetmez mi bu cennet diyarı?Yerlerinden,yurrtlarından ayrılan insanların hüznü,üzüntüsü,yılgınlığı böyle bir yerde hafiflemez mi?
Zira,beldenin ilk sakinleri Yunanistan ve Yugoslavya göçmenleriydi.Topu topu 40 hanenin oluşturduğu alana bunu için "Göçmen Mahallesi"denilmişti.Kızılçullu,bu mahalleden çoğalacaktı işte.Ardından sınırlarını genişletecek,sakinleri artıracak,birde Şirinyer olarak anılacaktı.Asıl hikayeye gelince;cumhuriyetle başladı."Yeni bir ulusa"ev sahipliği yapmak kolay değildi;eğitim kurumlarıyla "aydınlanmalı"ydı semt,"beyaz"hakim olmalıydı alabildiğine..Hem beyazla başlamamış mıydı tüm renkler?
Kızılçullu Köy Enstitüsü'nün tohumları böyle bir ortamda atılıyor.Cumhuriyetin getirdiği özgürlükçü ortam,sakinleri ile beraber semti de devinime sokuyor.Nitekim enstitünün kuruluş öyküsü,Kızılçullu'nun "köy"sıfatını kazanmasıyla doğrudan doğruya ilgili.Ama gelin biz bu hikayeyi,1922'de Girit'ten gelip yöreye yerleşen,sürece bizzat şahit olan,92 yaşındaki Mehmet Canıtez'den dinleyelim:"Kızılçullu Amerikan Kolejinde çoçuklarını okutan aileler bir süre sonra rahatsızlık duymaya başlamışlardı.Atatürk'ün İzmir'e duyar duymaz toplanıp,sıkıntılarını bildirmeye gittiler,"Çoçuklarımız parayla okuyor.Üstüne üstlük seçilen nitelikli öğrenciler ABD'ye gönderiliyor,bir daha da geri gelmiyor" diye.Mustafa Kemal Atatürk,hemen yöre sakinlerini İzmir Palas'a çağırdı.Orada dönemin valisi Kazım Dirik'e de aynen şöyle dedi:Bundan sonra kimse çoçuklarını Amerikan Koleji'ne göndermeyecek.Okul yönetimi satış için girişimde bulunduğunda da,engel olunmayacak."Öğrencisi olmayan bir okul yaşayabilir mi?Kapanmış;mülkü de devlete geçmiş.Peki ya kuruma yeniden bir yabancı şirketin talip olma olasılığı?Atatürk,bunu da düşündü"diyor Canıtez:"Aramızdan bir muhtar seçmemizi istedi,belde "köy"sıfatını alsın diye.Böylece bir İtalyan ya da Fransız şirket talepte bulunursa şu cevap verilecekti:Amerikalılara,Osmanlı dönemin de izin verilmiş.Artık Cumhuriyet Türkiye'sindeyiz,burası da bir köy ve köyde yabancı okul olmaz."
Böylece kolej,Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı zamanında köy enstitüsüne dönüşüyor.Kurum 1937'de Eskişehir Çifteler'de kurulan ilkinden sonra,"Türkiye'deki ikinci enstitü" olunca, "ev sahibi semt"elbet bu tarihi serüvene ortak oluyor.Mehmet Bey'in okuma-yazmayı öğrendiği gibi,Kızılçullu sakinlerinin çoğu,bilginin ışığına aynı yerde ulaşıyor.Renkler,düşlerle birlikte büyüyor,taa ki takvimler,o yılı,1953'ü gösterene dek.
Hükümet,enstitüleri kapama kararı alınca,Kızılçullu önemli bir kilometre taşını kaybediyor.Tabii,anılara kilit vurulmuyor.Yapı bugün NATO binası olarak kullanılsa da,dönemin sakinlerine hala bambaşka bir semti hatırlatıyor.
1950'li yıllar,semt yaşamının gerçek bedenine kavuştuğu,bağ ve bahçeler içindeki tek katlı evlerde,samimiyetin sevgiyle kucaklaştığı yıllar aynı zamanda.Bundan olsa gerek,konuştuğumuz her Şirinyerli,hep eskiye dönerek anlatmaya başlıyor,"ah o günler"diye iç çekiyor.Doğduğundan bu yana aynı sokakta oturan,Hürriyet,eski adıyla Göçmen Mahallesi'nin muhtarı Selahattin Yapıcı,"Postacı kahveye gelip dağıtırdı mektupları.Herkes birbirini tanıyordu çünkü.Yazları cambazhane ile şenlenirdi Kızılçullu"derken film şeridine ilk kareyi yerleştiriyor.1952'de Girit'ten gelen,Horasan Kağıtçılık'ın sahibi Mehmet Horasan destekliyor Yapıcı'nın sözlerini:"Hıdrellezler bambaşka kutlanırdı.Ogün dereye atılan dilekler çelenk gibi kaplardı su yüzeyini."Elbette bu tablo bir şiire konu olmuş.Necati Cumalı,1943'te çıkardığı ilk şiir kitabında dizelerini şöyle başlatmış:"Hıdrellez günü,Kızılçullu yolu/Beni herkes severdi çoçukluğumda/Arabacı yanına oturtur/Kırbacı bana verirdi...
Bu filmde,güven ve dürüstlük başköşede.Mehmet Canıtez, "Tahsildar Osman Efendi,tüm köyleri dolaşır,topladığı parayı hibesine koyar,Maliye'ye teslim etmek üzere kente doğru yola çıkardı.Bir kere bile hırsızlık olayıyla karşılaştığını duymadık" diyor,bugününü samimiyetsiz ortamına atıfta bulunarak.Resmi,1950'de Yugoslavya'dan göçüp semte yerleşen Ece Bakkaliyesi'nin sahibi Uğur Güçlükan tamamlıyor:"Müşterilerimin kendi veresiye defterleri bulunurdu,hesaplarını kendileri tutardı.Müteahhit bir ev yaptığı zaman satın almaya gelen kişiyi uzunca araştırırdı."
İnsan ilişkileri hayatın merkezinde olur da "su" köprü vazifesi görmez mi birlikteliklere,paylaşımlara?Yüzlerce yıllık tarih altında tüm berraklığı ile alabildiğine akan bir derenin anılara sığması mümkün olur mu?Hem suyun aktığı yere,suyun çoştuğu yere,suyun uğradığı yere yakın durmaz mı hayat? Nitekim yüzdükleri,balık tuttukları,hatta kaynak yerinden testilerini doldurdukları o gürül gürül dere hala semt sakinlerinin aklında.
"Biri,Vezirağa idi,kaynak suyu olduğu için içerdik.Şimdi üstü kapalı,yeraltı suyu olarak akıyor.İkincisi de,Osmanağa,yani biricik eğlence yerimiz"diye anlatıyor Yapıcı,suyla nasıl kucaklaştıklarını.Gül erkek Kuaförü'nün 33 yıllık emektarı Abdullah Sivrice de benzer cümleler sarfediyor.Ama bugüne ilişkinde bir çift sözü var onun:"50 santimetre çapındaki bir borunun akıtacağı su kanalizasyona gidiyor şu an.Temiz ama aksi iddia ediliyor."
Bir de "altılı" anıları var semt sakinlerinin.Nereye giderlerse gitsinler hep aynı soruyla karşılaştıkları ortak yanları."Bana bir kupon yaparmısın?"la benzeşen binbir tür soru kalıbı.Ege Bölgesi'nin tek hipodromu Şirinyer sınırları içinde olunca,semt halkının bilgisi olması bekleniyor tabii.Hem İzmir'deki ilk organize at yarışlarının yapıldığı hipodrom burası,taa 1860'lara uzanan tarihçesiyle.Nitekim Feyyaz Erpi'nin "Buca'da Konut Mimarisi" isimli kitabında,"sene 1856'da Paradiso ve Buca arasındaki düzlükte,Bornovalı Whittall ve Bucalı Rees ailelerinin öncülüğünde yaptırılan yarışların,semtin demiryolu ile İzmir'e bağlanmasıyla muntazam olarak başladığı"yazıyor.
Atlı sporlar yerini koruyor bugün,belki de tek yitmeyen olarak.1950 sonrası göçler ve çarpık yağılaşma sonucu semt,yeşil alanlarla ayrılmış banliyo olma özelliğini çoktan kaybetmiş çünkü.Mahalleler birbiri ardına eklenirken,yerli halk yavaş yavaş elini eteğini çekmiş.Sınırlar dahi belirsizleşmiş her yer "bir",her yer Buca olmuş.Tek-tük kalan Kızılçullulara gelince onlar hala semtin çoğaldığı göçmen mahallesinde yaşıyor.
Beldeye modern bir görünüm verme çabasıyla düzenlenen Forbes Sevgi Yolu ise,oturma grupları,vatandaşların seyir imkanı bulduğu evcil hayvan barınakları,yürüme yolları ile yeni Şirinyerlilere sesleniyor.Ve herşeye rağmen Buca'ya kol-kanat germeyi sürdürüyor semt.Aydınlığa kilit vurulmuş,deresi kirletilmiş,sakinleri beğenmez olup bir bir terk etmiş olsa da varlığını koruyor,biraz alınarak ama küsmeden.Artık Şirinyer olarak anılsa da "Kızılçullu" ismini inatla çakılı tutuyor zihninde.Renkler ve düşlere gelince,biraz gri,biraz solgun,yine de "Kızılçullu".
İzmirLife'dan alınmıştır.